MorEl Kadınları Gökkuşağı Renkleriyle Sokaktaydı!
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü
dolayısıyla bir araya gelen kadınlar, kadın cinayetleri son buluncaya kadar mücadele sözü verdi.
Eskişehir Kadın Platformu, kadın cinayetlerine karşı yürüttükleri kampanyayı 25
Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele
Günü’nde de devam ettirdi.
Yediler Parkında buluşan kadınlar, Hamam yolundan Adalar Migros önüne kadar
sloganlarıyla yürüdüler.
EDKP (Eskişehir Demokratik Kadın Platformu) üyesi Gül Demir grup adına
açıklamasında ise şunları söyledi:
“Diktatörlüğe karşı
mücadele veren Mirabell kardeşler Dominik Cumhuriyeti’nde, 51 yıl önce bugün
arabalarından zorla indirildi, tecavüze uğradı ve işkence ile öldürüldü.
Kelebeklerin bedeni bir uçurum kenarında bulunduğundan beri 25 Kasım kadına
yönelik şiddetle mücadele günü olageldi.
51 yıl sonra bugün biz kadınların hayatları hala uçurum kenarında!
Ataerkil sistemin kadını sömüren, ezen tarihi, kadına yönelik şiddetin de
tarihi aynı zamanda!”
Açıklamada, sığınmaevlerinin yetersizliğine dikkat çekilirken, trans kadın cinayetlerinin de arttığı, eşcinsellere yönelik nefret cinayetlerinde "haksız tahrik" indirimi uygulandığı ifade edildi.
“Erkek Vuruyor Devlet Koruyor, Biji Biratiye Gelan, Trans Cinayetleri
Politiktir, Susma Haykır Lezbiyenler Vardır, Kadın Düşmanı AKP, Kadının Beyanı
Esastır, Kadınlar Savaş İstemiyor” sloganlarıyla süren yürüyüş, basın
açıklamasından sonra sona erdi.
Eskişehir Demokratik Kadın Platformu’nun “Yasta Değil İsyandayız,Tüm Kadın Cinayetlerinin Hesabını Soracağız!” başlıklı
basın açıklamasının tam metni:
Erkek
egemen sistem kadın bedeni, kimliği üzerinde kurduğu baskı ve kadın
sömürüsü sayesinde binlerce yıldır hala ayakta, kapitalist sistemle işbirliği
sayesinde gün be gün güçleniyor.
Ev içinde babamızdan, ağabeyimizden, kendi isteğimizle ya da zorla evlendiğimiz
erkeklerden, sokakta, toplu taşıma araçlarında, kampüste, kız çocuğunun gece
dışarıda işi ne denilerek kapatıldığımız yurtlarda,
kadından akademisyen olmaz denilerek üniversitelerde, cam tavanların yükseldiği
ofislerimizde, sınıfta, sıralarımızda bazen öğretmenlerimiz tarafından,
bekaretin sorgulandığı jinekoloji muayenehanelerde doktorlardan, ses
çıkardığımızda polislerden şiddet görüyoruz an be an.
Giydiklerimiz, cinsel kimliğimiz, cinsel yönelimimiz, sokakta bulunduğumuz
saat, kiminle olduğumuz, boşanmak istememiz, çalışma isteğimiz, tuzluğu
istememiz öldürülmemiz için bahane olabiliyor!
Mirabell kardeşleri de Ayşe Paşalıyı da, Pippa
Bacca’yı da, Sevim Zarif’i de, Münevver Karabulut’u da, Öznur Uluişden’i de
öldüren erkekti! N.Ç'ye tecavüz edenler erkekti!
Dövülen, taciz, tecavüz edilen, katledilen
kadınlar... Dövizlerimize taşıdığımız yüzler gün be gün artarken yargı haksız
tahrik indirimleri ile kuşa çevrilen cezalarla erkek katilin sırtını
sıvazlıyor, medya onları haklı çıkarmak için hikâyeler uyduruyor.
Erkeklerin öldürdüğü kadınların sayısının son 7 yılda %1400 arttığını
adaletsizliğin en büyük neferi olan adalet bakanlığının verilerinden
öğreniyoruz..!
İçinde bulunduğumuz 2011'in ilk sekiz ayında
erkekler 179 kadını öldürdü, 71 kadına tecavüz etti. İstatistiklere göre
Türkiye’de her 10 kadından 4′ü fiziksel ve cinsel şiddete
uğruyor. Şiddete maruz kalan kadınların %48 i ise bunu kimseye söyleyemiyor.
Erkek tüm bu şiddetin, vahşetin baş öznesi, devlet
ve yargının tüm bunlara tavrı ne pekiyi?
Kadının birey olarak sağlıklı ve güvenli bir
ortamda yaşamasının devlet tarafından anayasal olarak güvence altında olması
yalnızca kağıt üstünde kalıyor!
Devlet ve yargı şiddet görenin değil, şiddeti
uygulayanın yanında. Cezalandırmak bir yana, bütün yargı kurumları yalnızca
katilleri değil tecavüzcüleri de türlü türlü gerekçelerle koruyor. Yargıtay 26
kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç.'nin tecavüzlere rızası bulunduğu ve her
şeyin farkında olduğu gerekçesiyle tecavüzcülere en alt sınırdan ceza
veriyor! Davada tecavüzcülere 1 ile 4 yıl ceza verilen davacı 2 kadına
iffetsiz yaşam sürdükleri gerekçesiyle 9 yıl hapis cezası veriliyor. Tecavüzün
kendisini ''iffetsizlik'' ten saymayan yargı, diğer kadınları iffetsiz
bulabiliyor. Yargı da toplum gibi namus, iffet gibi kavramları kadın bedeni
üzerinden şekillendiriyor. Tecavüz kurbanlarıyla kendini aynı kefeye koymaya
çalışan yargıtay hakimi, kendini mağdur ilan ediyor; "ben de N.
Ö.'yüm" diyebiliyor. Evet, siz tarihe geçecek olan bu cezayı vererek,
tecavüz faillerini koruyan hâkim N. Ö. sünüz, ama adınızı kısaltmak suçunuzu
unutturamaz Nadir Özsoy! Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
toplantılarında kadınların mücadeleleri sonucunda kaldırılan
"mağdurun tecavüzcüsüyle evlendirilmesi"ni içeren 434. madde
konuşuluyor. Gerekçe olarak ise işlerin azaltılması gösteriliyor. Adli tıp
kurumu tecavüz durumunda başvuranları aylarca, yıllarca bekletiyor, daha sonra
kadının tecavüzden, tacizden etkilenmediğini söyleyerek, yine erkeği koruyor.
Adalet bakanlığı, tüm yargı organları, polis, aile ve sosyal politikalar
bakanlığı, kadınların yaşadığı tüm taciz, tecavüz ve cinayetlerde erkeğin suç
ortağı konumundadır. Elimizde Kadının Beyanı esastır ilkesi, anayasal güvence
altında alınana kadar tüm erkeklerin ve suç ortağı sistemin karşısında
mücadelemizi sürdüreceğiz.
Erkeklerin binlerce yıldır sürdükleri şiddetin
belki en görünür hali savaşlar! Kadınlar bir yandan militarizmin altında
ezilirken, bir yandan erkek şiddetine maruz kalıyorlar. Türkiye'de Kürt
kadınları erkek egemen sistemin ve yıllardır süren savaşın yarattığı şiddet ve
korku ortamında yaşamaya çalışıyorlar! Kürt kadınları yaşadıkları topraklardan
zorla göç ettirildiler, anadillerini konuşamadılar, eğitim imkanlarından yoksun
bırakıldılar, etnik kimlikleri yüzünden aşağılandılar, temsilcileri
topluca hapsedilirken, dışarıda kalan BDP'li kadın milletvekillerine 'taş
kalpli caniler' diyen başbakan Kürt kadınlarının tüm acılarını görmezden
gelebilir, ama biz unutmayacağız!
Akademi birçok kadın için kurtuluş hayali gibi
görünse de ne kurtarılmış kadınların ne de iktidarından sıyrılmış erkeklerin
mekânı! Kadınlar kampus içinde de şiddetin her türlüsüne maruz kalıyorlar,
başvurabilecekleri birim bulamıyorlar. Başvurduklarında ya beyanları esas
alınmıyor ya da yaşadıkları şey örtbas edilmeye çalışılıyor. Kampuste şiddet,
taciz durumunda kayıp olan özel güvenlik personeli politik kadınları göz
hapsinde tutuyor, psikolojik baskı altında tutmaya çalışıyor.
Türkiye'de her gün 3 kadın öldürülürken, iktidar
bizim için kadın ailenin bir parçasıdır, aile sevginin geliştiği yerdir diyor.
Erkeklerin sevgisinin öldürdüğü kadınlara dair haberleri medya ''bir kadın
cinayeti daha..'' diye başlayarak sunuyor mukterin tarafını tutuyor.taciz,
tecavüz haberlerini hikayeleştiriyor ve toplumun gerçeklik algısıyla oynuyor.
Medya insan hakları ihlallerini ortaya çıkarmak şöyle dursun, erkek yargı ve
devletin alenen piyonu durumundadır.
Kapitalizmin krizler döneminde kadınlar için
istihdam daha düşük ücretler, güvencesiz çalışma ve bakım emeğinin bütün yükünü
üstlenerek çalışma oluyor. Patriyarkal kapitalizm ev eksenli çalışmayı mahalle,
kasaba küçük kent ölçeğinde örgütlüyor ve böylelikle az gelişmiş ülkelerdeki
ucuz, esnek ve güvencesiz kadın emeğini iş gücü piyasasına dahil ediyor. Öte
yandan serbest bölgelerde, hizmet sektörünün en alt basamaklarında ve
uluslararası ölçekte örgütlenmiş olan fuhuş sektöründe çalışan kadınlar ise,
aileden özgürleşirken kendilerini güvensiz, güvencesiz, şiddet ve aşağılanmayla
örülü bir yaşamın içinde buluyorlar. Kısacası, kadınların büyük çoğunluğu için,
kapitalizmin günümüzdeki neoliberal politikaları daha çok şiddet, daha çok
karşılıksız ev ve bakım emeği, aileye ve kocaya daha çok bağımlılık anlamına
geliyor.
Son 10 yıl içerisinde her anlamda geliştiği ve 3. Dünya devleti olmaktan
çıktığı, sıklıkla beyan edilen Türkiye'de, 2023 vizyonu dünya markası sloganı
henüz gündemdeyken, kadınların talepleri görmezden gelinmeye devam ediyor.
Talep ettiğimiz Kadın bakanlığı kurulmazken aileden ve kadın'dan sorumlu devlet
bakanlığı kaldırılarak yerine aile ve sosyal
politikalar bakanlığı kuruldu. Artık bakanlıklar içinde kadının adı yok!
Başbakan kadın'ı aileden ayırmıyoruz tavrı, Aile ve Sosyal politikalar
bakanlığının politikalarına da yansıyor. Bakanlık kadına yönelik erkek
şiddetini, aile içi şiddet olarak tanımlayarak ailede şiddeti erkeğin uyguladığı
gerçeğinin üstünü devlet eliyle örtüyor. Kadına yönelik baskının bir devlet
politikası şeklinde uygulandığını başbakanın 3 çocuk doğurun söylemiyle kadın
bedeni ve doğurganlığı üzerine denetim kurma isteğini açığa vuruyor. Muktedirin
ve onun bakanlığının kadına yönelik şiddet vakalarının çoğunluğuna sessiz
kalması, devlet erkanının kadını korumak bir yana erkek şiddetini teşvik
edişinin kadına yönelik şiddet vakalarının artışındaki payı büyük.
Türkiye'de kadın cinayetleri her geçen gün artarken, hem sayısı hem de
verdikleri hizmetler yetersiz olan sığınmaevleri, kadınların can güvenliğini
sağlayamıyor. Türkiye’de toplam sığınma evi sayısı sadece 79 ve bunlarda
fiziksel koşullar, düzenli psikolojik destek ve sığınmaevi sonrası hayatları
için yasal ve sosyal rehberlik yetersizdir.Her 7500 nüfusa 1 sığınma evi taahüt
eden hükümetin samimiyeti ortada!
Devlet ve yargının erkeğin yanında yer
alışı, bakanlıktan adımızın çıkarılması, yaşadığımız fiziksel, psikolojik,
ekonomik şiddet hiçbirini kelimesini sildim! gücümüz yettiğince
haykırmamıza engelleyemeyecek. Kadının beyanı esas alınana, bedenimiz,
kimliğimiz üzerindeki baskı kalkana kadar, en çok kadınları ezen kirli savaş
son buluncaya kadar sokaklarda olacağız!. Dayanışmayla her gün güçlenerek, erkek
şiddetine karşı mücadele etmeyi sürdüreceğiz!
Eskişehir Demokratik Kadın Platformu
Fotoğraflar: Ozan Gezmiş / Eskişehir