Translate

29 Kasım 2011 Salı



MorEl Kadınları Gökkuşağı Renkleriyle Sokaktaydı!



25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü dolayısıyla bir araya gelen kadınlar, kadın cinayetleri son buluncaya kadar mücadele sözü verdi.


Eskişehir Kadın Platformu, kadın cinayetlerine karşı yürüttükleri kampanyayı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü’nde de devam ettirdi.

Yediler Parkında buluşan kadınlar, Hamam yolundan Adalar Migros önüne kadar sloganlarıyla yürüdüler.

EDKP (Eskişehir Demokratik Kadın Platformu) üyesi Gül Demir grup adına açıklamasında ise şunları söyledi: 

Diktatörlüğe karşı mücadele veren Mirabell kardeşler Dominik Cumhuriyeti’nde, 51 yıl önce bugün arabalarından zorla indirildi, tecavüze uğradı ve işkence ile öldürüldü. Kelebeklerin bedeni bir uçurum kenarında bulunduğundan beri 25 Kasım kadına yönelik şiddetle mücadele günü olageldi.

51 yıl sonra bugün biz kadınların hayatları hala uçurum kenarında!

Ataerkil sistemin kadını sömüren, ezen tarihi, kadına yönelik şiddetin de tarihi aynı zamanda!”

Açıklamada, sığınmaevlerinin yetersizliğine dikkat çekilirken, trans kadın cinayetlerinin de arttığı, eşcinsellere yönelik nefret cinayetlerinde "haksız tahrik" indirimi uygulandığı ifade edildi.

“Erkek Vuruyor Devlet Koruyor, Biji Biratiye Gelan, Trans Cinayetleri Politiktir, Susma Haykır Lezbiyenler Vardır, Kadın Düşmanı AKP, Kadının Beyanı Esastır, Kadınlar Savaş İstemiyor” sloganlarıyla süren yürüyüş, basın açıklamasından sonra sona erdi.


Eskişehir Demokratik Kadın Platformu’nun “Yasta Değil İsyandayız,Tüm Kadın Cinayetlerinin Hesabını Soracağız!” başlıklı basın açıklamasının tam metni:

Erkek egemen sistem  kadın bedeni, kimliği üzerinde kurduğu baskı ve kadın sömürüsü sayesinde binlerce yıldır hala ayakta, kapitalist sistemle işbirliği sayesinde gün be gün güçleniyor.

Ev içinde babamızdan, ağabeyimizden, kendi isteğimizle ya da zorla evlendiğimiz erkeklerden, sokakta, toplu taşıma araçlarında, kampüste, kız çocuğunun gece dışarıda işi ne denilerek kapatıldığımız yurtlarda, kadından akademisyen olmaz denilerek üniversitelerde, cam tavanların yükseldiği ofislerimizde, sınıfta, sıralarımızda bazen öğretmenlerimiz tarafından, bekaretin sorgulandığı jinekoloji muayenehanelerde doktorlardan, ses çıkardığımızda polislerden şiddet görüyoruz an be an.

Giydiklerimiz, cinsel kimliğimiz, cinsel yönelimimiz, sokakta bulunduğumuz saat, kiminle olduğumuz, boşanmak istememiz, çalışma isteğimiz, tuzluğu istememiz öldürülmemiz için bahane olabiliyor!
Mirabell kardeşleri de Ayşe Paşalıyı da, Pippa Bacca’yı da, Sevim Zarif’i de, Münevver Karabulut’u da, Öznur Uluişden’i de öldüren erkekti! N.Ç'ye tecavüz edenler erkekti!
Dövülen, taciz, tecavüz edilen, katledilen kadınlar... Dövizlerimize taşıdığımız yüzler gün be gün artarken yargı haksız tahrik indirimleri ile kuşa çevrilen cezalarla erkek katilin sırtını sıvazlıyor, medya onları haklı çıkarmak için hikâyeler uyduruyor.
Erkeklerin öldürdüğü kadınların sayısının son 7 yılda %1400 arttığını adaletsizliğin en büyük neferi olan adalet bakanlığının verilerinden öğreniyoruz..!
İçinde bulunduğumuz 2011'in ilk sekiz ayında erkekler 179 kadını öldürdü, 71 kadına tecavüz etti. İstatistiklere göre Türkiye’de her 10 kadından 4ü fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor. Şiddete maruz kalan kadınların %48 i ise bunu kimseye söyleyemiyor.
Erkek tüm bu şiddetin, vahşetin baş öznesi, devlet ve yargının tüm bunlara tavrı ne pekiyi?
Kadının birey olarak sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamasının devlet tarafından anayasal olarak güvence altında olması yalnızca kağıt üstünde kalıyor!
Devlet ve yargı şiddet görenin değil, şiddeti uygulayanın yanında. Cezalandırmak bir yana, bütün yargı kurumları yalnızca katilleri değil tecavüzcüleri de türlü türlü gerekçelerle koruyor. Yargıtay 26 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç.'nin tecavüzlere rızası bulunduğu ve her  şeyin farkında olduğu gerekçesiyle tecavüzcülere en alt sınırdan ceza veriyor!  Davada tecavüzcülere 1 ile 4 yıl ceza verilen davacı 2 kadına iffetsiz yaşam sürdükleri gerekçesiyle 9 yıl hapis cezası veriliyor. Tecavüzün kendisini ''iffetsizlik'' ten saymayan yargı, diğer kadınları iffetsiz bulabiliyor. Yargı da toplum gibi namus, iffet gibi kavramları kadın bedeni üzerinden şekillendiriyor. Tecavüz kurbanlarıyla kendini aynı kefeye koymaya çalışan yargıtay hakimi, kendini mağdur ilan ediyor; "ben de N. Ö.'yüm" diyebiliyor. Evet, siz tarihe geçecek olan bu cezayı vererek, tecavüz faillerini koruyan hâkim N. Ö. sünüz, ama adınızı kısaltmak suçunuzu unutturamaz Nadir Özsoy! Hâkimler ve Savcılar Yüksek  Kurulu toplantılarında kadınların mücadeleleri sonucunda kaldırılan  "mağdurun tecavüzcüsüyle evlendirilmesi"ni içeren 434. madde konuşuluyor. Gerekçe olarak ise işlerin azaltılması gösteriliyor. Adli tıp kurumu tecavüz durumunda başvuranları aylarca, yıllarca bekletiyor, daha sonra kadının tecavüzden, tacizden etkilenmediğini söyleyerek, yine erkeği koruyor.
Adalet bakanlığı, tüm yargı organları, polis, aile ve sosyal politikalar bakanlığı, kadınların yaşadığı tüm taciz, tecavüz ve cinayetlerde erkeğin suç ortağı konumundadır. Elimizde Kadının Beyanı esastır ilkesi, anayasal güvence altında alınana kadar tüm erkeklerin ve suç ortağı sistemin karşısında mücadelemizi sürdüreceğiz.
Erkeklerin binlerce yıldır sürdükleri şiddetin belki en görünür hali savaşlar! Kadınlar bir yandan militarizmin altında ezilirken, bir yandan erkek şiddetine maruz kalıyorlar. Türkiye'de Kürt kadınları erkek egemen sistemin ve yıllardır süren savaşın yarattığı şiddet ve korku ortamında yaşamaya çalışıyorlar! Kürt kadınları yaşadıkları topraklardan zorla göç ettirildiler, anadillerini konuşamadılar, eğitim imkanlarından yoksun bırakıldılar, etnik kimlikleri yüzünden aşağılandılar,  temsilcileri topluca hapsedilirken, dışarıda kalan  BDP'li kadın milletvekillerine 'taş kalpli caniler' diyen başbakan Kürt kadınlarının tüm acılarını görmezden gelebilir, ama biz unutmayacağız!
Akademi birçok kadın için kurtuluş hayali gibi görünse de ne kurtarılmış kadınların ne de iktidarından sıyrılmış erkeklerin mekânı! Kadınlar kampus içinde de şiddetin her türlüsüne maruz kalıyorlar, başvurabilecekleri birim bulamıyorlar. Başvurduklarında ya beyanları esas alınmıyor ya da yaşadıkları şey örtbas edilmeye çalışılıyor. Kampuste şiddet, taciz durumunda kayıp olan özel güvenlik personeli politik kadınları göz hapsinde tutuyor, psikolojik baskı altında tutmaya çalışıyor.

Türkiye'de her gün 3 kadın öldürülürken, iktidar bizim için kadın ailenin bir parçasıdır, aile sevginin geliştiği yerdir diyor. Erkeklerin sevgisinin öldürdüğü kadınlara dair haberleri medya ''bir kadın cinayeti daha..'' diye başlayarak sunuyor mukterin tarafını tutuyor.taciz, tecavüz haberlerini hikayeleştiriyor ve toplumun gerçeklik algısıyla oynuyor. Medya insan hakları ihlallerini ortaya çıkarmak şöyle dursun, erkek yargı ve devletin alenen piyonu durumundadır.

Kapitalizmin krizler döneminde kadınlar için istihdam daha düşük ücretler, güvencesiz çalışma ve bakım emeğinin bütün yükünü üstlenerek çalışma oluyor. Patriyarkal kapitalizm ev eksenli çalışmayı mahalle, kasaba küçük kent ölçeğinde örgütlüyor ve böylelikle az gelişmiş ülkelerdeki ucuz, esnek ve güvencesiz kadın emeğini iş gücü piyasasına dahil ediyor. Öte yandan serbest bölgelerde, hizmet sektörünün en alt basamaklarında ve uluslararası ölçekte örgütlenmiş olan fuhuş sektöründe çalışan kadınlar ise, aileden özgürleşirken kendilerini güvensiz, güvencesiz, şiddet ve aşağılanmayla örülü bir yaşamın içinde buluyorlar. Kısacası, kadınların büyük çoğunluğu için, kapitalizmin günümüzdeki neoliberal politikaları daha çok şiddet, daha çok karşılıksız ev ve bakım emeği, aileye ve kocaya daha çok bağımlılık anlamına geliyor.

Son 10 yıl içerisinde her anlamda geliştiği ve 3. Dünya devleti olmaktan çıktığı, sıklıkla beyan edilen Türkiye'de, 2023 vizyonu dünya markası sloganı henüz gündemdeyken, kadınların talepleri görmezden gelinmeye devam ediyor. Talep ettiğimiz Kadın bakanlığı kurulmazken aileden ve kadın'dan sorumlu devlet
bakanlığı kaldırılarak yerine  aile ve sosyal politikalar bakanlığı kuruldu. Artık bakanlıklar içinde kadının adı yok! Başbakan kadın'ı aileden ayırmıyoruz tavrı, Aile ve Sosyal politikalar bakanlığının politikalarına da yansıyor. Bakanlık kadına yönelik erkek şiddetini, aile içi şiddet olarak tanımlayarak ailede şiddeti erkeğin uyguladığı gerçeğinin üstünü devlet eliyle örtüyor. Kadına yönelik baskının bir devlet politikası şeklinde uygulandığını başbakanın 3 çocuk doğurun söylemiyle kadın bedeni ve doğurganlığı üzerine denetim kurma isteğini açığa vuruyor. Muktedirin ve onun bakanlığının kadına yönelik şiddet vakalarının çoğunluğuna sessiz kalması, devlet erkanının kadını korumak bir yana erkek şiddetini teşvik edişinin kadına yönelik şiddet vakalarının artışındaki payı büyük.

 Türkiye'de kadın cinayetleri her geçen gün artarken, hem sayısı hem de verdikleri hizmetler yetersiz olan sığınmaevleri, kadınların can güvenliğini sağlayamıyor. Türkiye’de toplam sığınma evi sayısı sadece 79 ve bunlarda fiziksel koşullar, düzenli psikolojik destek ve sığınmaevi sonrası hayatları için yasal ve sosyal rehberlik yetersizdir.Her 7500 nüfusa 1 sığınma evi taahüt eden hükümetin samimiyeti ortada!
 
 Devlet ve yargının erkeğin yanında yer alışı, bakanlıktan adımızın çıkarılması, yaşadığımız fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddet hiçbirini kelimesini sildim!  gücümüz yettiğince haykırmamıza engelleyemeyecek. Kadının beyanı esas alınana, bedenimiz, kimliğimiz üzerindeki baskı kalkana kadar, en çok kadınları ezen kirli savaş son buluncaya kadar sokaklarda olacağız!. Dayanışmayla her gün güçlenerek, erkek şiddetine karşı mücadele etmeyi sürdüreceğiz!

Eskişehir Demokratik Kadın Platformu

Fotoğraflar: Ozan Gezmiş / Eskişehir


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder