Birleşmiş Milletler Fransa’nın öncülüğünde dünyada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden ötürü ayrımcılığa uğrayan, öldürülen insanlara karşı devletlerin ayrımcılığı önlemeleri yolunda bir bildiriyi ilan etme hazırlığında bu günlerde. Peki insan hakları mevzu olduğunda tıpkı bu bildiride de olduğu gibi hemen hemen her zaman çekimser ve sessiz kalan Türkiye devleti şu an lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transeksüel (LGBTT) yurttaşları için ne yapıyor ya da nelerin yapılmasına seyirci kalıyor?
Dün akşam Fox TV’de yine ve yeniden “eşcinsellik tedavi edilebilir bir hastalık mı?” konusu tartışıldı. Programın hazırlanma amacı, içeriği tamamen ön yargılarla bezenmiş ‘zaten hastalık da bakalım tedavi edebilecek miyiz’ gibi bir tema üzerineydi ve saldırı niteliğinde ağır hakaretlerle bezenmişti. Program boyunca LGBTT bireylere yönelik ırkçılık her türlü şekilde gözler önüne serildi. Tabiri caizse dünya aya çıkıyor, Türkiye’de ise hep çok sevip vazgeçmediğimiz ırkçılığa devam durumu.
Bu sefer programda dikkat çeken, göz ardı edilmemesi gereken önemli bir şey de vardı. O da ilk defa ulusal kanallardan birinde öznesi olduğumuz bir konuda LGBTT örgütlerinden temsilcilere de mikrofon uzatılmış olması. İyi ki de varlardı çünkü yoksa durum ne kadar çığırından çıkardı bilinmez. “Yürüyün hepsini ‘tedavi’ edelim, öldürelim” naralarını da duyabilirdik…
Programda öncelikle çok üzerinde durulan ve kafa karışıklığı yaratılan birkaç hususu aydınlatmak lazım. Keşke orada homofobik olmayan bir psikolog/psikiyatr olsa zaten en iyi şekilde izah da ederdi. Sürekli dile getirilen mevzu ‘tamam bu durumdan memnun olanlar olabilir ancak memnun olmayanlar var, onları da değiştirip(!) dönüştürürüz(!)’ sözde tezinin savunulmasıydı. Madem öyle, gelin bilimsel verilerle konuşalım. Tedavi edildiği düşünülen kişilerin istatiki bilgilerini yayınlayın, kaçı neye dönüşmüş kamuya açıklayın! Bu kişiler üzerinde hangi akıl almaz sözde tedavi eziyetlerini uyguladığınızı açıklayın, ama ilk önce Emine Şenlikoğlu’nun da programa bağlanıp övünerek anlattığı gibi LGBTT bireylerin duygusal hislerini baskılayarak kişileri cinsellikten nasıl soğuttuğunuzu ve psikolojilerini nasıl bozduğunuzu hep bir ağızdan itiraf edin. Buna sizin oralarda ne deniyor bilmiyoruz ama burada evrensel hukukta ırkçılık deniyor.
Varoluşlarını yaşamaları önündeki sıkıntıları aşmaları için LGBTT bireylere yardımcı olması gereken profesyonel psikologlar, bunun iki çeşidi var yok bilmem kaç çeşidi var ve bir kısmını tedavi ederim ve bu tedaviyle de cinsellikten soğuturum diyemez. Bu düpedüz insan doğasına müdahaledir. Bu, bir dönem Nazi’lerin yaptığı insanlık dışı deneylerde LGBTT bireylere uygulanan elektrikli şok tedavileri(!), buzlu küvetlerde boğmaca v.b uygulamalar gibi bir sapkınlıktır ve suçtur. Evet, sapkınlık ve suç işte tam da budur! Peki nedir bu bazı psikologları eşcinseller de çeşit çeşit diyerek tedaviye götüren olgu? Yeterince araştırma yapmayan/yapamayan bu psikologlar eğer azıcık okusalar ya da gözlemleseler fark edecekler ki toplumsal baskıları hayatında çok yoğun hisseden biseksüel, gey, lezbiyen veya trans bir bireyin kendisini yanlış ve yalnız hissetmesinden ötürü yardım talep etmesi çok şaşırılacak bir durum değildir. Unutmayalım her LGBTT birey doğuştan süper bilinçle ve kabullenmeyle yeryüzüne inmiyor.
Burada göz ardı edilen diğer bir nokta ise tüm dünyada ve Türkiye’de de hep yok sayılan biseksüellerin de olduğu gerçeğidir. Biseksüel tanımsal olarak hem kendi cinsine hem de karşı cinsine yönelen kişi demektir. Yani örneğin biseksüel bir erkek bir kadına da aşık olabilir, yönelebilir ya da bir erkeğe de. Eğer sözde uzman olan kişi biseksüel bireyi hem cinsinden soğutma yöntemine giderse kişi hayatının geri kalanını karşı cinsine dönük geçirebilir. Görünüşte kişinin yönelimi değiştirilmiş gibi algılanabilir fakat şunu unutmamak gerekir ki kişinin hayatı boyunca hiçbir zaman kendi cinsine dönük ilgisi yok olmaz, yani hisleri yok edilemez sadece baskılanır dolayısıyla da bu kişi hiçbir zaman heteroseksüel olmaz. Varoluşunu yaşama yönünde kendi cinsine dönük kısmını bastırmış bir biseksüel olarak karşı cinsine yönelimi devam eder ve isterse evlenir, çocuk da yapar…
Her şeyin özünde çok temel bir mesele söz konusu aslında. Bu yazıyı okuyan kimileri ne güzel işte karşı cinsine yönelsin, madem mümkün diyor olabilir ancak bu tam da gayr-i ahlaki bir durum! Uzmanların, kişilerin varoluşlarını baskılamaya veya yok etmeye çalışmaya hiçbir zaman hakları yoktur. Burada etik olan kişinin varoluşunun ayırtına varmasına ve bunu gerçekleştirmesine yardımcı olmaktır. Ancak ve ancak tarafsız olarak doğru bilgilerin sunulmasıyla kişi kendi yönelimini keşfedebilir ve yine baskıdan uzak bunu istediği şekilde gerçekleştirebilir…
Bir diğer tartışılan konu da sözde yaygınlaştırma iddiasıydı. Emine Şenlikoğlu’nun mistik ayinleriyle sonradan heteroseksüel olduğuna inanılan ve yüzü gösterilmeyen bir kişiyle Kadir Çelik röportaj gerçekleştirmiş. “Eşcinselliği sana ilk bulaştıran kişiden intikam mı almak istedin?” gibi sorular eşliğinde, Hollywood filmlerini aratmayacak cinsten kurgusu yüksek, kötü bir dedektif filmi tadında bu röportajla da etrafa saçıyorlar bu illeti gibi akıldışı, bilimdışı, insanlık dışı bir yere varılmaya çalışıldı. Durdurun bu tragedyayı, yeter artık bu kadarı da olmaz diye eminim birçok izleyici izlerken çıldırmıştır…
Bir erkeğin bir erkeği, bir kadının bir kadını sevmesiyle veya kişinin kendisini hissettiği cinsiyet de yaşamasıyla nasıl bir şey, ne bulaşıyor? Aşk mı, sevgi mi bulaşan şey? İnsanca yaşamak, varoluşunu gerçekleştirmek mi bulaşan şey? Temelde kişinin istediği kişiyi sevmesi ve ona yönelik ilgi göstermesi olarak mevzuyu anlayabilsek ve kimi sevdiğimin cinsiyeti neden bu kadar önemli? Ya da hangi cinsiyetde olduğumuz ne fark eder diyebilsek…
Azıcık size de “insanlık sevgisi” bulaştırsak ne dersiniz?
Ben özgürlüğü, insan haklarını, sevmeyi, sevgiyi yaygınlaştırıyorum, şimdi söyleyin var mı diyeceğiniz?