“LGBTT Hakları Platformu olarak, toplumsal muhalefetin önemli alanlarından biri olan Hasta Tutsaklara Özgürlük Platformu'nda LGBTT örgütlerinin eşit haklarla bulunmalarına yapılan itirazları kaygıyla izliyoruz.”
Konuyla ilgili, LGBTT Hakları Platformu’nun yaptığı açıklama şöyle:
Hasta Tutsaklara Özgürlük Platformuna Dair LGBTT İnsan Hakları Platformu Açıklaması
LGBTT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, Transseksüel) Hakları Platformu olarak, toplumsal muhalefetin önemli alanlarından biri olan Hasta Tutsaklara Özgürlük Platformu'nda LGBTT örgütlerinin eşit haklarla bulunmalarına yapılan itirazları kaygıyla izliyoruz.
Biz, LGBTT örgütlere yönelik bu itirazı, ister sosyalist, ister gelenekselci yapıda olduğunu iddia eden kesimlerden gelsin, "kendine benzemeyeni anlamaya çalışmayan” bir nefret söylemi olarak değerlendiriyoruz. Eşcinsellerin “hasta” olarak damgalanarak alt sınıf insan olduklarına ilişkin düşünüşe tahammülsüzlük gösterilmezken, lezbiyen, gey, biseksüel travesti ve transseksüeller sömürüldükleri alanları ifşa etme çabalarında özne olduklarında ve toplumsal sorunlarla özne olarak katılmak istediklerinde tahammülsüzlük ortaya çıkmıştır. Dahası bu kesimler LGBTT gruplar çalışmaya katılmak istedikleri halde, çalışmayı bölmeye çalışmakla suçlamış, böylelikle diğer grupları eşcinsellere karşı kışkırtmaya çalışmışlardır.
Sömürü düzenlerinde sömürenler, zaten sömürülenlerin yok olmasını değil, onların aşağı olduklarını kabullenmiş bir şekilde yaşamalarını beklerler. Bu tartışmada da bazı gruplar kendilerinden görmedikleri cinsel yönelim ve kimliklerin ezilmelerine kendilerinin de karşı olduklarını, ancak gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transseksüellerin hastalıklı oldukları için bir özne olarak eyleyemeyeceklerini dayatmaktadırlar. Oysa sömürülen her birey, öncelikle kendisi için en can yakıcı sorununun çevresinde örgütlenmeli, özne olmalı ve bu bilinçle diğer toplumsal sorunlar için ortak eylemlere dayanışma içinde girmelidir. Bu yüzden eşcinsellerin var oluş sebebinin her ne olduğu düşünülürse düşünülsün, eğer en azından eşcinsellerin sömürülmesine ve hatta öldürülmesine karşı olunması gerektiğine yönelik bir anlayış zaten mevcut ise, geniş toplumsal çalışmaların zayıflaması; insanca yaşam hakkı için mücadele eden eşcinsellerle yan yana durmaktan utananların sorumluluğundadır.
Teorik olarak, Marksist kuramın temel metinlerinde eşcinselliğin kapitalizmin bir ürünü olduğuna dair bir yorum yoktur. Kimi gruplar yaydıkları nefret söylemini, eşcinselliğin kapitalizmin bir ürünü olduğu ve insanın kendine ve doğaya yabancılaşması sonucu ortaya çıktığı iddiasıyla meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Kapitalizm ve eşcinsellik ne tarihte birbiri ile ilgili bir şekilde ortaya çıkmıştır, ne de birinin ortadan kalkması bir diğerini ortada kaldırabilecek bir etki alanına sahiptir. Kendi cinsine aşık olma ve cinsel yakınlık hissetme ya da kendini biyolojik bedeninin cinsiyetine ait hissetmeme duygusu, üretim yapısı ya da emek sömürüsünü ortadan kaldırarak dönüştürülemez. Çünkü cinsel ilgi ve aşk üretim alanı ile ilgili kavramlar değildir. Her ne kadar emek ve üretim hayatta önemli yere sahipse de, yegane değerleri ifade etmez. Cinsiyetleri ve bedenleri her ne olursa olsun, iki bireyin birbirine olan aşkı ve cinsel ilgisi, bireylerin ve toplumların bedensel yeniden üretiminden daha fazlasını ifade eder. Cinselliğin ve aşkın tek amacı üretim, yani çocuk yapmak değildir.
Ancak elbette eşcinseller de emekleri üzerinden yeniden üretim süreçlerine dahildirler. Herkes gibi eşcinseller de ürettikleri üzerinde söz hakkına sahip olmadıklarında emeklerine yabancılaşırlar. Tam da bu anlamda esas yabancılaşma, zorla evlendirilip çocuk üretmeye zorlanan eşcinsel bireylerin yaşadığı deneyimdir. Çünkü bir insanı üretme üzerinde söz hakları yoktur. Sosyalist olduğu iddiasıyla çıkan nefret söylemi, burada düzenin çekirdek burjuva ailesi üzerinden devamını sağlamaya çalışan tutuculuğun rüzgârını arkasına alarak, eşcinselliğin bireyin kendisine ve doğaya yabancılaşması olduğunu iddia etmektedir. Oysa eşcinsellik hem hayvanlarda hem insanlarda kapitalizmin öncesinde ve sonrasında doğanın içinde her yerde ve her dönemde sık sık karşımıza çıkar. Eğer insanın kendisi doğaya yabancı bir kavram değilse, eşcinsellik de aynı derecede doğaya yabancı değildir ve doğal halin bir parçasıdır. Bunu görmeyi reddetmek iktidar ilişkilerinde bulunulan konuma göre değişen bir tercihtir. Tarihsel olarak kendi cinsine cinsel yakınlık hissetme ve aşık olma ya da kendini doğduğu biyolojik bedenin cinsiyetine ait hissetmeme pek çok kültürde ve ekonomik yapıda izine rastlanan olgulardır. Kapitalizm sanayi devrimin ardından 19. yüzyıl itibariyle yükselmiştir. Oysaki eşcinsellik olgusunun milattan önceden beri var olduğu, eski Yunan tarihçesi, Osmanlı belgeleri, Kur’an ayetleri gibi insanlığın binlerce yıllık tarihçesinde yer alan bilgilerden anlaşılmaktadır. Eşcinselliği kapitalizmle ilişkilendirmek, insanlık tarihini görmezden gelen bir cehalete işaret eder.
Örneğin transseksüelliğin her kültürde izine rastlamak, bu davranış biçimi bireyin üzerinde ve bedensel ifade biçiminde görünür olduğu için kolaydır. Henüz bedenine müdahalede bulunmamış transseksüeller ile birlikte eşcinsel kadın ve erkekler ise biraz daha farklı bir deneyim yaşarlar. Hak mücadelesi veren etnik grupların, dini grupların ya da kadınların aksine, eşcinsellerin çoğu zaman dış görünüşlerinden ve davranışlarından eşcinsel olduklarını anlamak zordur. Dolayısıyla eşcinseller doğup geliştikleri çevrede kendi benzerlerini bulup dayanışma içinde kendi ve duygu ve deneyimlerini kolayca tanımlayamazlar. Böylece sömürülme biçimlerini anlayamaz, kendi kimliklerini adlandıramaz ve küçük/kırsal topluluklarda yok sayılırlar. Ancak şehirlerin kitlelerce insanı birbirine yakınlaştırmasıyla, eşcinseller kendileri gibi eşcinsellerle tanışıp kendilerini sömüren yapıyı tanımlamış, politik bir mücadele oluşturabilmişlerdir.
Eşcinsellik özenilerek, öğrenilerek edinilen bir davranış biçimi değil, tıpkı bütün diğer insan duygu ve istekleri gibi, karmaşık zihinsel, bedensel ve sosyal süreçlerin sonucudur. Eşcinseller bugün her toplumda bütün etnik, dini, sınıfsal eksenleri kesen bir azınlıktır ve bu yüzden sömürüye açıktırlar.
Türkiye'de cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği politikası yapan pek çok örgüt, kendi cinsiyeti her ne olursa olsun cinsel ve zihinsel olgunluğa sahip kadın ya da erkeklere cinsel ve duygusal ilgi duymanın doğal olduğunu ve doğduğu bedenin biyolojik cinsiyeti her ne olursa olsun, bireyin kendi zihinsel ve duygusal ihtiyaçları doğrultusunda bedenin cinsiyetini yeniden belirlemede bireyin kendi karar hakkı olduğunu savunur. Ancak bu örgütler öldürülen, linç edilen, iş verilmeyen ve insan yerine konulmayarak her türlü şekilde sömürülen gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transseksüel (LGBTT) bireylerin haklarını korurken, kendi deneyimlerinden doğru sömürü sistemlerine karşı geliştirdikleri anlayışla ve elbette ki özgürleşmenin tek başına olamayacağının bilinciyle kapitalizme, militarizme ve ayrımcılığın her türüne karşı söz üretir ve bu konuda güçleri yettiğince toplumsal muhalefetin yanında dururlar.
Nasıl her işçi sosyalist değilse, her eşcinsel/transseksüel de bir eşcinsel örgütün içinde yer almayabilir. Bu anlamda yanı başınızda eşcinseller var olsa dahi, onları tanımayabilirsiniz. Ancak "Halk" dediğimiz bütünün içinde her kültürden işçi, memur, ev kadını, esnaf eşcinselin de olduğunu da unutmadan, dayanışma içinde politikalar kurma ümidiyle...
LGBTT Hakları Platformu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder